TOMASSI’NİN ALTINCI DEMİRDEN KURALI
VI. / #6
“Kadınlar erkekleri, erkeklerin onlardan beklediği şekilde sevmeye fıtraten muktedir değillerdir.”
“Erkekler, aşkın aşk olarak yeterli olduğuna inanırlar. Kadınlarsa aşk konusunda faydacıdırlar.”
Bu alıntı “Xpat Rantings” blogundan geliyor. Oradaki söylem kısa ama içyüzü oldukça geniş:
“Umarım kızların umutsuz romantikler olduğu miti bir an önce ortadan kaldırılır. Herkesin, erkeklerin 'Gerçekçi gibi davranan romantikler', kadınlarınsa tam tersi olduklarını bilmeleri gerek.”
Bunu bilhassa düşündürücü buldum: Erkekler gerçekçi olmaya zorlanan romantiklerdir, kadınlarsa kendi menfaatlerini (Hipergami) gerçekleştirebilmek için romantizmi kullanan gerçekçilerdir. Bu, yutulması gereken bir ağız dolusu acımasız gerçeklikle dolu ve Tomassi'nin Altıncı Demirden Kuralı'na güzel bir şekilde uyuyor:
Tomassi’nin Demirden Kuralı #6
“Kadınlar bir erkeği, o erkeğin beklediği şekilde sevme yetisinden tamamen yoksundurlar.”
Bu basitlik, erkeklerin durumu hakkında çok şey anlatıyor. Erkeklerin ya yüzleşmeleri ve kabul etmeleri gereken ya da yüzleşmeyi başaramadıklarında hayatlarının geri kalanında hayal kırıklıklarıyla ve inkâr içinde delirmeye sürüklenmelerini sağlayacak olan yaygın nihilizmi doğru bir şekilde ifade ediyor.
Kadınlar bir erkeği, erkeklerin onları idealize ettiği yani yapabileceklerini düşündükleri şekilde sevmeye muktedir değildirler.
Kadınlar erkeklerden, onların menfaatlerini kolaylaştırmak için yapmaları beklenen fedakârlıkları takdir edemedikleri gibi, bir erkeğin kendileri tarafından hangi şart ve dinamiklere bağlı olarak sevileceklerinin farkına varamazlar. Bu, kadınların doğal bir durumu değildir ve ideal aşkını açıklamaya çalıştığı an, erkeğin idealizasyonu kadının mükellefiyeti hâline gelir.
Kız arkadaşlarımız, karılarımız, kızlarımız ve hatta annelerimiz bile bu idealize edilmiş sevgiye muktedir değildirler. Rahatlamak, güvenmek ve savunmasız, açık sözlü, mantıklı ve açık olmak ne kadar güzel olsa da aramızdaki büyük uçurum, kadınların erkekleri, erkeklerin istediği gibi sevme kapasitelerinin bulunmamasıdır.
Fişe takılı bir beta için “Uyanışın” bu yönüyle yüzleşmek çok zordur. Böyle bir erkek, bir kadının sevgisine ve yakınlığına hak kazanmanın mükâfatı olacağını umduğu şeylerle ilgili sürekli ve çoğu zaman travmatik olan bir tartışmayla karşı karşıya olsa bile yine de o Disneyvari ideale tutunacaktır.
Bu aşk arketipinin, en erken feminenleştirilmiş şartlanmamızdan kalma bir eser olduğunu anlamak çok önemlidir. Bunun mümkün olmadığını kabul edip o çerçevede yaşamak çok daha sağlıklıdır. Bir kız sizinleyse sizinledir, değilse de çok da tın! Kadınlar kendi tanımladıkları şekliyle sevmekten aciz değiller, sizin anladığınız şekliyle sevmekten acizler. Bağlantı kurma ve duygusal yatırım yapma kapasitesinden yoksun değil, size ideal olarak uyacağını düşündüğünüz bağlantı kurma kapasitesinden yoksun.
Uzun vadeli bir çiftin ilişkisinin başarısını tanımlayan neticede ortaya çıkan aşk, bu imkânsızlığın anlaşılmasının ve bunun erkekler için ne olması gerektiğini yeniden hayal edilmesinin bir neticesidir. Erkekler daha baskın cinsiyet olmuşlardır ve öyle olmalıdır ama bunun nedeni hayalî bir ilahi hak ya da fiziksel güç değil, temel psikolojik seviyede bir kadının sevgisinin, bizim bu sevgiyi bir kadının hipergamisine rağmen sürdürme kapasitemize bağlı olduğunu anlamamız gerektiğidir. Hipergami, derece sırasına göre bir kadının kimi sevip kimi sevmeyeceğini, kendi fırsatlarına ve onu cezbetme kapasitesine bağlı olarak belirleyecektir.
AŞKTA ERKEKLER
Bir keresinde bir kadın bana bir yorum dizisinde şu zararsız soruyu sormuştu:
“Erkekler gerçekten bir kadının kendilerini sevmediğini anlayamazlar mı?”
Bekleneceği gibi, erkeklerin buna verdiği cevaplar ve onun ardından gelen yorumlar, onun saflığından hafif bir rahatsızlık duymaktan, “Sadece anlamak istediği” konusundaki samimiyetine inanmamaya kadar değişiyordu. Bununla birlikte erkeklerin, bir kadının onları sevmediklerini gerçekten bilip bilmediğine dair orijinal merakının çoğu erkeğin (Hatta manosferdeki erkeklerin bile) düşündüğünden daha fazla ağırlık taşıdığını düşünüyorum. Bu yüzden yorumlarımı ve tartışmayı burada anlatacağım.
Bir erkek bir kadının kendini sevmediğini gerçekten anlayamaz mı?
Hayır, anlayamaz.
Neden? Çünkü erkekler sadece kendileri oldukları için mutlu olabileceklerine, cinsel açıdan tatmin olabileceklerine, bir kadın tarafından takdir edilebileceklerine, sevilebileceklerine ve saygı duyulabileceklerine inanmak isterler. Gerçek romantikler erkeklerdir, kadınlar değildirler ama hipergaminin büyük tasarımı erkeklerin, romantik olanların kadınlar olduklarına inanmalarını sağlar.
Hipergami doğası gereği kadınlara yönelik sevgiyi menfaatçi terimlerle tanımlıyor ve erkekleri, aşkın kendileri için ne olduğu konusunda tek objektif karar verici olarak bırakıyor. Yani evet, erkekler bir kadının onları sevmediğini anlayamazlar çünkü kadınların kendilerini düşündükleri şekilde sevebileceklerine inanmak isterler.
Bir erkek okuyucu şöyle cevap vermiş:
“Pekâlâ, 6 numaralı kuralının yanlış olduğunu umuyorum ama bunun kanıtlarıyla henüz karşılaşmadım. Peki erkeklerin gözden kaçırdığı en büyük yalan, kadınların bu tarz bir sevgiyi sağlayamadıkları için bizim bu enerjiyi hemcinslerimizle paylaşmamıza engel olmaları mı? Yani yanlarında savunmasız olabileceğimiz erkekleri bulup dertlerimizi ve sorunlarımızı sadece onlarla paylaşıp böylece kadınların evimizde yaratacağı zorluklara duygusal olarak hazırlıklı olmamamız mı? Bu yüzden mi bu kadar çok kadın evliliğin veya flörtün erken safhalarında kocalarını veya sevgililerini erkek arkadaşlarından ayırma eğiliminde oluyorlar?”
Bu kadının gerçekten kafasının karışık olduğunu varsayarsak (Ben yarı yarıya öyle olduğunu düşünüyorum) kafa karışıklığının kaynağı da tam olarak budur. Kadınların solipsizmi, erkeklerin aşk nosyonunu kadının aşkı algılayışından daha öteye taşıyacaklarını fark etmelerini engelliyor. Dolayısıyla şu soruyu soruyor: “Erkekler bir kadının onları sevmediklerini gerçekten anlayamazlar mı?”
Bunun mutlaka “Büyük bir yalan.” olduğunu düşünmüyorum, bu sadece her iki cinsiyetin de aşk mefhumunda mütekabiliyet eksikliği. Eğer bu bir “Yalan”sa bile bu erkeklerin kendilerine söylemeyi tercih ettikleri bir yalandır.
ARADAKİ BOŞLUĞU BİRLEŞTİRMEK
Tartışmanın ilerleyen kısımlarında Jackie (Blogumda yer alan iki kadın yazardan birisi), her iki cinsiyetin aşk nosyonu arasındaki mütekabiliyet eksikliği arasında köprü kurmanın ilginç bir yönünü daha gündeme getirdi:
“Eğer bütün bunlar bir kadının kavrayışının ötesindeyse dolayısıyla kadın bu yetersizliği kendinde fark etse bile bunu telafi etmenin bir yolu yok mudur? Ya bir kadın gerçekten bunun ötesine geçmeyi arzuluyorsa? Bunu umutsuz bir mesele olarak görüp hiçbir şey yapmamalı mı? Yoksa bu idealize edilmiş sevgiye en azından biraz daha yaklaşabilmek umuduyla sürekli çabalamalı mı? Bu sevgiyi idrak etmek bizim için çok mu zor?”
İlk adama söylediğim gibi, bu daha çok her iki cinsiyetin de aşk nosyonunda mütekabiliyet eksikliğinden kaynaklanıyor. Bir erkeğin, bir kadının onu sevmediğini belirleyip belirleyemeyeceğine dair asıl soru, kadının sandığından çok daha derinlere gidiyor. Bence erkeklerin mavi haplı beta günlerinde yaşadıklarının çoğu- hayal kırıklığı, öfke, inkâr, mahrumiyet, hiçbir kadının gerçekleştiremeyeceği bir fantezinin kendine satıldığı duygusu- bütün bunların köklerinde dışarıdaki bir kadının ve herhangi bir kadının, onun nasıl sevilmesi gerektiğini bildiğine ve yapması gereken tek şeyin o kadını bulmak ve bulduğu zaman o kadının kendinden bekleyeceği söylenen şeyleri benliğinde somutlaştırmak olduğuna dair temel bir inanç yatmaktadır.
Böylece kendini sevdiğini söyleyen ve bunu gösteren bir kadın bulur ancak bu sevgi, oğlumuzun bunca zamandır aklında olan şekilde değildir. Onun sevgisi hipergamik vasıflara ve performansa dayalıdır. Aralarındaki sevgi, oğlumuzun olması gerektiğine inandırıldığından ya da kendini ikna ettiğinden çok daha şartlıdır. Bir kadının onu bulduğunda onu nasıl seveceği konusunda uzun süredir kendine öğretilen şeylerle karşılaştırıldığında onun aşkı ikiyüzlü, belirsiz ve görünüşte çok kolay kaybolabilir gibi görünür.
Bu yüzden monogamik çabalarını, kadının onu kendi kafasındaki konsepte göre sevdiği bir “İlişkiyi inşa etmek.” için harcar ancak bu asla olmaz.
Bu onun sevgisini sürdürmenin ve aşk nosyonuna uymanın, bir yandan da ara sıra onu kendi aşk nosyonuna çekme çabasının bitmek bilmeyen bir kuyruk kovalamacasıdır. Kızın sevgisini sürdürmesi için sürekli çabalamak, erkeğin nasıl sevilmek istediği konusundaki muhtaçlığından temellenir ve bu felaket oluşturan bir hipergamik formüldür, bu yüzden kadın ona olan aşkını kaybettiğinde oğlumuz kelimenin tam anlamıyla kızın onu artık sevmediğini bilmez. Bu durumda mantıksal tepkisi, ilk kez bir araya geldiklerinde ona duyduğu eski sevgi şartlarını yeniden oluşturmak olacaktır ancak artık bunların hiçbiri işe yaramaz çünkü bunlar gerçek bir arzuya değil, mükellefiyete dayanacaktır. Arzu gibi sevginin de pazarlığı yapılamaz.
Sonunda aşk hakkında ne düşündüğümü ve bunun cinsiyetler arasında nasıl aktarıldığının kozmik olmadığını kabul ettiğimde bu benim için uzun zaman aldı ve kendi fişimi çekmemin çok zor bir parçasıydı. Bunun gerçekleşmesi için gerçeklerin yüzüme çok acı verici bir tokat atılması suretiyle aşılanması gerekti ancak sanırım bunu artık daha sağlıklı anlıyorum. Bu yeniden öğrenmek zorunda kaldığım en mütenakız gerçeklerden biriydi ama eşimle, kızımla, annemle olan ilişkilerime dair bakış açımı ve geçmiş kız arkadaşlarıma dair anlayışımı temelden değiştirdi.
“Eğer bütün bunlar bir kadının kavrayışının ötesindeyse dolayısıyla kadın bu yetersizliği kendinde fark etse bile bunu telafi etmenin bir yolu yok mudur? Ya bir kadın gerçekten bunun ötesine geçmeyi arzuluyorsa? Bunu umutsuz bir mesele olarak görüp hiçbir şey yapmamalı mı?”
Bunun mutlaka imkânsız olduğunu düşünmüyorum ancak bir kadının, erkeklerin ve kadınların ideal aşklarına dair farklı konseptlere sahip olduklarının yeterince farkında olması gerekir, ki bu da beklenmedik ve olası olmayan bir durumdur. En büyük engel kadınların bunu fark etmeleri değil, erkeklerin bunu kendilerinin fark etmeleridir. Yani varsayımsal olarak evet, bunları yapabilirsin ancak sorun o zaman bu arzunun gerçekliği hâline gelir. Aşk, tıpkı arzu gibi yalnızca baskı altında olmadığında ve mükellefiyet altına girmediğinde meşrudur. Erkekler aşk için aşka inanırlar, kadınlarsa çıkarcı severler. Bu, bir tarafın şartsız severken diğerinin öyle olmaması demek değil, her iki cinsiyetin de sevgi şartlarının farklı olmasıdır.
Comentários