Ben henüz küçük bir çocukken okula başlayıp ilk defa yaşıtlarımın bulunduğu bir ortama maruz kaldığımda, bütün oğlan çocuklarının aklında tek bir soru vardı, “Sen beni dövebilir misin?” Bu sorunun bana sayısız kez sorulduğunu hatırlıyorum ve sorunun cevabı tabii ki de “Hayır"dı. Çünkü ailem beni pasif, zararsız, çoğunlukla çekingen ve öz güvensiz bir çocuk olarak yetiştirmişti. Onların bu günahından habersiz olarak bedelini ödemem uzun sürmedi. Çok geç olmadan erkek hiyerarşisinin en temel kurallarından biriyle tanışmıştım; “Güçlü olan hayatta kalır, güçsüz olansa ezilir.” Kısa bir süre sonra sınıfın zorbalığa uğrayan ezik çocuğu olmuştum. Erkekler beni aralarına almazken kızlarsa sürekli benimle dalga geçiyorlardı.
Tabii ki de olgunluğa eriştikçe erkek hiyerarşisinde gücünüzü ispatlamanın farklı yöntemleri de ortaya çıkar. Fakat erkek canlısının en düşük hayat formu olan oğlan çocuğu için bu yöntem elbette gücün en saf ve ilkel formu olan şiddettir. Bu yüzden oğlan çocuklarının aralarındaki ilkel hiyerarşik düzeni yani “Aramızdaki en güçlü kim?” sorusunun cevabını dövüşerek bulduğunu görürsünüz. Bu müsabakada en alt seviyede olanların da en az saygı ve validasyonu hak eden kişiler olduğu karar kılınır.
Hayat bir rekabettir. Doğduğumuz andan itibaren diğer hemcinslerimizle rekabet içerisinde olmaya başlarız. Hayatımızın kalitesi, bu rekabet hiyerarşisinde nerede olduğumuza göre belirlenir. Doğanın kanunu budur. Biz de dâhil dünyada yaşayan bütün canlılar bu kanuna tabidirler. Bu iyi bir şeydir, olması gereken de budur. Fakat ne yazık ki feminen toplum düşüncesine evrilen modern toplumlar, insan canlısını doğanın bu temel kanunu olan doğal seçilimden küstahça ayrıştırma yolunu seçti.
Milyarlarca yıl boyunca erkekler ve kadınlar hayatlarını belirli bir sistem içinde yaşadılar. Bu sistem içinde erkek varoluşunu kavrayabildiği andan itibaren güçlü olmak zorunda olduğunu fark etti. Bu sebeple avlandık, silah kullanmayı öğrendik, antrenman yaptık, savaşlara katılıp öldük, yeni kabileler ve topraklar fethederek zenginleştik, güzel kadınlar alıp onlardan çocuk yaptık, kısacası hayatlarımız her zaman bir fetih mücadelesi içinde geçmişti. Bunun milyarlarca yıl boyunca olması, genetik hafızamıza işleyerek bugün “Erkek Doğası” dediğimiz şeyi oluşturdu. Bu doğayı tatmin edebilen tek şey, mücadele ve rekabet içerisinde olmaktır.
Ancak ne yazık ki birçok modern rekabet yönteminde, rekabetin şiddetli yönlerini yumuşatmaya ve böylelikle erkeğin şiddet ihtiyacını en sterilize edilmiş şekilde taklit etmeye yani modern, şiddetsiz ve pasif bir versiyonuyla değiştirmeye çalıştık. Bu sosyal norm erkeklerin doğasında varoluşsal bir kriz meydana getirdi. Erkek doğasının tehlikeli yönlerinden kaçınmak için ortaya atılan bu çaba, erkeklerin kendi doğalarıyla var olmasına izin verilmeyen bir topluma dönüştü. Bugün erkeklere sunulan bu yeni ve alternatif hayat tarzı, onların genetik hatıralarındaki erkek doğasını tatmin etmeye yetmiyor. Bu eksiklik de kayıp oğlan çocuklarının çağının oluşmasına sebep oldu. İşte sizler bu çağda, yani erkek canlısı için bugüne kadar var olmuş en elverişsiz çağda yaşayacaksınız.
Bir gün dışarıya çıktığınızda gözünüze rastlayan en büyük ve en güzel ağaca şöyle bir bakın. O en güçlü ve en güzel ağaç, kendisi için kaynak arayışında etrafındaki fidanları şiddetle ezmektedir. Gördüğünüz en güzel şeylerin arkasında, her zaman o güzelliğin elde edilebilmesi için verilmiş bir savaş vardır. Bu savaş çoğunlukla vahşi ve şiddetlidir. İşte bir erkeğin hayatı da bu ağaç gibidir. Bugün kendime baktığımda, şu an olduğum kişi olabilmek, şu an yaşayabildiğim şekilde yaşayabilmek için verdiğim mücadeleleri görebiliyorum. Bu, şunu anladığım zaman oldu: Ya etrafınızdaki en büyük ve en güzel ağaç olabilene kadar büyürsünüz ya da bir fidan olarak kalırsınız ve başka bir ağaç tarafından şiddetle ezilirsiniz.
Evrenle ilgili anlayışım ne kadar sofistike bir savaş hâlinde olursa kendimi o kadar mutlu ve huzurlu hissederim. Çünkü bu varoluşsal ihtiyacım olan rekabet dürtümü tatmin eder. Şunu anlamalısınız, erkekler milyarlarca yıl boyunca belirli bir şekilde yaşadılar. Milyarlarca yıl oldukça uzun bir zaman. Bu zaman dilimi, söz konusu hayat tarzının damarlarınıza kadar derinlere işlemesine sebep oldu. Bu da şu demek, bir erkek gibi yaşamazsanız asla mutlu ve huzurlu olamayacak, daha da kötüsü var olduğunuzu hissedemeyeceksiniz.
Bir erkeğin hayat amacı mücadele etmektir. Bu amaç sizin adınıza tabiat tarafından milyarlarca yıl önce tayin edilmiştir. Acı çekmek için buradasınız. Eğer bunların hiçbirini yapmazsanız ya ölüsünüz ya da bir hayaletsiniz demektir. Eğer insanların kim olduğunuzu önemsemelerini istiyorsanız acıya aşina olun. Eğer istisnai bir adam olabilmek için mücadele etmezseniz o zaman siz bir “Hiçsiniz.” demektir. Bu dünyada var olmasanız da olacağını tüm kadınlar size ispatlayacaktır.
Evrimleşmek acı çekmeyi gerektirir. Bu yüzden diğerleri kendilerini yeterince mutlu hissetmediklerinden şikâyet ederken ben mücadele ettiğim için mutluyum. Mutlu olmak istemiyorum, HARİKA olmak istiyorum. Çünkü bir erkek olarak mutsuz olmanın en kolay yolu, sürekli olarak mutluluğu kovalamaktır. Eğer gücünüzü artırıp diğer insanların gıptayla baktığı HARİKA bir adam olursanız o zaman ek olarak mutlu da olursunuz. Bu, bir erkeğin hayatının güzelliğidir. Her birimiz değersiz olarak doğarız, ya kendinizi bir kral yapar ya da başarısız olursunuz.
コメント