Merhaba. Alfred Adler feminist bir psikolog. Kadın-Erkek ilişkilerindeki maskülen üstünlüğün aslında doğa tarafından erkeğe verilmediğini ve Erkek baskınlığının doğal bir durum olmadığını vurguladığı 'insan tanıma sanatı' isimli kitabında denk geldim.
Sorum şudur: Adler'in söylediği gibi teknolojinin gelişmediği dönemde kas gücüne fazlası ile ihtiyaç duyulduğu için mi maskülen-erkeklik yüceltildi? Günümüzde kas gücünün giderek gereksizleştiği bu zamanda artık kadınların baskın olması oldukça doğal mıdır?
Bir diğer sorum ise teknolojinin gelişmediği zamanlardaki, değerli olan maskülenlik-erkeklik kavramlarına uygun bir şekilde mi evrimleştik eğer öyleyse bu erkeği doğası gereği üstün kılmamış olur?
Psikoloji babalarının hayatlarına ve yaşadıkları çağlara baktığımız zaman şu açık bence; bu adamlar aslında bir bilim adamından çok bir teorisyen. Terapilerinde görüştükleri hastalarını analiz ederek genel bir sonuca varmaya çalışıyorlar. 1. dalgasında masum bir eşitlik arayışı ile başlayan feminizm hareketi, 60'larda başlayan ikinci dalga feminizmle birlikte toksikleşmeye başlıyor. Bu psikologların çoğu da bu dalgaya ayak uydurmaya çalışıyorlar. Neden? Çünkü dünyanın başka bir narrative'e doğru ilerlediğini görüyorlar, müesseselerinin ayakta kalabilmesi için de bu narrative'e ayak uydurmaları gerekiyor. Jung'un insanın esasen androjen bir varlık olduğuna dair düşünceleri de bu zamanlarda ortaya çıkıyor zaten. Her erkeğin içinde bir kadın, her kadının içinde de bir erkek vardır demesi gibi. Halbuki bu düşüncenin evrimsel olarak desteklenir bir yanı yok.
Kadınların vahşi doğada hayatta kalabilmeleri için her zaman erkeklere ihtiyaçları oldu. Özellikle hamilelik gibi savunmasız kaldıkları bir durumda. Erkeğin kas gücü bunda elbette bir faktördü. Ama maskülenitenin yüceltilmesinin sebebi, toplumların var olabilmesi ve varlıklarını sürdürebilmeleri için maskülenitenin norm olmasına, erkeklerinin olabildiğince maskülen olmasına ihtiyaçları vardı. Ama bu feministlerin iddia ettikleri gibi erkeklerin kolektif olarak yüceltildiği, kadının ikinci sınıf cinsiyet olarak köleleştirilmesi iddiası gerçek değil. Köleleştirme tabii ki var ama bu sadece bir cinsiyete masus bir şey değil. Tarihte böyle bir şey yok. Sparta halkına baktığımızda bunu görebiliyoruz mesela. Erkekleri savaşta ölmeye gönderiyorlardı, kadınlar perde arkasından ülkeyi yönetiyorlardı. Köleleştirilmiş bir varlık nasıl ülke yönetiyor?
Kadınların baskın ve dominant olması doğal değil, hiçbir zaman da doğal olmayacak. Kas gücünün eski önemini kaybetmesi, kadınların maskülenleşmesinde bir rol oynamıştır elbette ki, masküleniteye eskisi kadar ihtiyacımızın olmadığı gibi bir iddia ortaya atılabilir. Ama bu iddia doğru değil çünkü bu sadece bir ilüzyon. Bir savaş çıkar, doğal afet olur, herkes hemen kendi doğal cinsel rollerine dönecektir. Ukrayna olayı buna bir örnektir. Ukraynalı feministleri savaşın ön saflarında göremiyoruz, sence bu bir tesadüf mü? Baskın ve dominant olmak kadının doğasına aykırıdır, toplum bunu bir norm olarak dayatıyor olabilir ama aslında kadınlar da bundan hoşlanmıyorlar. Çünkü milyonlarca yıllık evrimimizin bize koşulladığı düşünce ve yönelimler hala içimizde. Buna kıyasla 60 yıllık bir devrimin yaptığı sosyal mühendislik, bir nefes kadar bile değil. Dolayısıyla kadınlar hala baskın ve dominant erkekleri istiyorlar, doğaları buna cevap veriyor. Her zaman böyle olacak. Ama aksine inanmaya şartlanmış durumdalar. Onların mavi hapı da bu işte.
Bu sorunu çok anlamayadım. Yukarıda yazılanların yeterli cevap olduğunu düşünüyorum.